Lületaşı nedir?
Bilim dünyasında, mürekkep balığının “sepio” adı verilen kemiğine benzetilerek “sepiolit” adıyla tanımlanan Lületaşı, magnezyum hidro silikat bileşiminde alkali bir kil mineralidir. Eskişehir civarında, yerin 380 metreye kadar muhtelif derinliklerindeki başkalaşım katmanları içinde, tek tek yumrular halinde bulunur.
Düzensiz bağlanmış kristalleri mikroskobik süngersi bir doku oluşturur. Bu yapılanma içinde yer alan oluşum suyu (zeolitik su) dolayısıyla, Lületaşı çıkarıldığında nemli ve yumuşaktır, kolayca ve incelikle yontulabilir. Doğal nemini kaybederek kuruyan parçalar çok hafif ama dirençli hale gelirler, sıvı ve gazlara karşı yüksek emicilik özelliği kazanırlar. Boyutlarında herhangi bir değişim olmadan kuruyan Lületaşı suya konulduğunda doğal yumuşaklığını kısa sürede yeniden kazanır.
Çağlar Boyu Lületaşı
Doğal zenginlik ve ayrıcalıklarıyla Eskişehir, en az on bin yıldan bu yana vazgeçilmez bir yerleşim alanı oldu, topraklarında barındırdığı kültürlerden, dünyanın dillendirdiği efsaneler doğdu. Lületaşının ilk defa bulunup tanınması da, geleneksel söylenceler arasında “Köstebek Efsanesi” olarak aktarılıyor. Buna karşılık, Prof. Manfred “Osman” Korfmann başkanlığındaki
Eskişehir - Demircihöyük kazılarında ele geçen bir parça, lületaşının veya lületaşına benzer özelliklere sahip taşların günümüzden 5000 yıl önce, Erken Bronz Çağı’ndan beri bilindiğini, insan eliyle biçimlendirildiğini ortaya koyuyor. Kuzeydoğu Karadeniz kıyılarında, Kuban Vadisi’nde, günümüzden 4000 yıl öncesine tarihlenen bazı kral kurganları da Küçük Asya - Eskişehir’den getirilmiş lületaşları ile döşenmiş.
Daha yakınlarda, Eskişehir - Çavlum nekropol alanında, Anadolu Üniversitesi ve Arkeoloji Müzesi uzmanlarının, Doç. Dr. A. Nejat Bilgen başkanlığında gerçekleştirdikleri kurtarma kazısında, lületaşından yontulmuş ama tamamlanmamış bir “Damga Mühür” ele geçirildi. Oldukça iyi korunmuş bu sembolik damga mührün armağan olarak konulduğu mezar 8 yaşlarında bir kız çocuğa ait ve günümüzden 3700 yıl öncesine, erken Hitit dönemi’ ne tarihleniyor.
El-Herevi Seyahatnamesi’nde Lületaşı
Yazılı kaynaklarda lületaşıyla ilgili, bulunabilen en erken tespit, XII. yy. da kaleme alınmış olan bir seyahatnamede yer alıyor. Türklerin hakimiyetinde bir “Uçbeyliği” ve transit ticaret merkezi konumundaki “Sultan Öyügi” Eskişehir’i, 1173 yılında ziyaret eden Arap gezgin “Ali bin Ebu Bekir El-Herevi”, “Kitab al-İşarat ila-Marifat Ez-Ziyarat” adlı eserinde, “Av-garm” şifalı sıcak sulardan ve “Estika” lületaşı satılan dükkanlardan söz ediyor, ancak taşın kimler tarafından ve ne amaçla kullanıldığını açıklamıyor.
El-Herevi’nin seyahatnamesinin yazıldığı dönem; 1200-1300 yılları, Orta Asya’da, Uygur Türkleri’nin en parlak dönemidir. Özellikle İpek Yolu üzerindeki başkent Turfan’da; O dönemde mensup oldukları, Buda dinine ait binlerce vaaz ve nasihatname metni, Sanskritçe’den Uygur Türkçesine tercüme edilmiş ve tahta kalıplar kulanılarak basılmış. “Turfan Metinleri” olarak bilinen bu yazılı kaynaklarda, ince öğütülüp elenmiş “Taloy Köfigi” yani “Deniz Köpüğü” ile hazırlanmış ilaç reçeteleri de yer alıyor. El-Herevi’nin sadece sözünü ettiği lületaşının, o zamanki kullanım amaçlarından bir tanesini, bu belgeler sayesinde öğreniyoruz. En az 800, belki de daha fazla yıldan beri, Kafkaslardan, Hindistan’a, Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyaya, ulaşan bu gizemli taş dolayısıyla Eskişehir, Anadolu’nun ilk ihracat merkezlerinden biri sayılmaya hak kazanıyor.
Dünyanın En Mükemmel Pipo Malzemesi
Tütün aslında Afrika kökenli bir bitkidir, buradan Anadolu’ya, Asya’ya ve Avustralya’ya yayılmış.
“Şaman”ların tedavi ve trans için kullandıkları, şifalı kabul edilen bu bitki, Kızılderililerin atalarınca, adı henüz konulmamış, yeni kıtaya da taşınmış. Tütün, XVI. yüzyıl başlarında, Kristof Kolomb sayesinde Avrupaya ve kendi topraklarına geri dönmüş oldu. Portekiz ve İspanyadan başlayarak hızla yayılan tütün içme alışkanlığı, bir Pipo Sektörü’nün doğmasına neden olunca, teknik ve estetik anlamda cazip pipo malzemesi arayışları da başladı. Temiz beyaz dokuya, yeterince hafiflik, yüksek emicilik ve işlenmeye değer büyüklüğüyle sahip olarak sadece Eskişehir’de bulunan lületaşı, dünyanın en mükemmel pipo malzemesidir. Bu nadide taşı Avrupa’ya götürerek ilk pipoları işleyenler, tesadüfen değil, yeterli bilgiye, en azından güvenilir duyumlara zaten sahip olarak Osmanlı topraklarına geldiler. Umduklarından daha fazlasını elde etmeleriyle de Avrupa’nın değişik merkezlerinde, özellikle de Viyana’da bir çok lületaşı pipo atölyesi açıldı.
Barış Çubuğu
Yüzyıllar önce konmuş Öztürkçe “Deniz Köpüğü” adı, Grekçeye “Halos Hachne”, Latinceye “Spuma Maris”, İtalyancaya “Schiuma di Mare”, Fransızcaya “Ecume de Mer” olarak tercüme edildi, ama yaygın olarak “Meerschaum” adı yerleşti. Bu isimlerin yanısıra çok sık kullanılan “Die Weisse Göttin” (Beyaz Tanrıça-Afrodit) lakabı, o dönemde lületaşına verilen değerin açık göstergesidir.
Tütün içme alışkanlığının Osmanlı toplumunda, 1600 yılından itibaren yayılmaya başladığı biliniyor. Eskişehirtaşı’nın pipo imali için kullanılmasına da aynı dönem içinde başlanmış. “Çubuk” adıyla bilinen kil lüleler örnek alınarak işlenen ilk pipolardan sonra da taşa, “Lületaşı” adı uygun görülmüş. 1683 de Viyana kapılarına ulaşan pek çok yeniçeri, adıyla sanıyla “Lületaşı Çubuk” larda seçme Türk tütünleri tüttürüyorlardı. Ancak kısa süre sonra başlayan talep patlaması dolayısıyla, başka hiçbir işe bakılmadan ham taş ihracatına yönelen Eskişehir’de, yeniden lületaşı pipo imaline, Cumhuriyetin ilanından sonra başlanabildi.
Tozları Dahi Ziyan Edilmeyen Bir Maden
Taş o kadar kıymetlidir ki talaşları dahi ziyan edilmiyor, özel katkı maddeleri ilavesiyle preslenerek, ağaç pipoların içine astar hazırlanıyordu. Daha sonra yapılan araştırmalarla lületaşının seramik, boya, kağıt başta olmak üzere bir çok sanayi dalında kullanılabilecek değerli bir hammadde olduğu da anlaşıldı. Ancak uzay sanayinde kullanılması söylentisi Nasa da görevli pipo meraklısı bir Amerikalı başçavuşun, Eskişehir’den tanıdığı lületaşçılardan birkaç parça ham taş istemesi üzerine oluşmuş bir fantezidir.
Köstebek Yuvasından Avrupa’ya
XVIII yüzyıldan itibaren tamamı yurtdışıyla bağlantılı yığın talebin karşılanabilmesi için, Eskişehir’in 3 ana rezerv alanı, Nemli, Yakaboyu ve Karatepe bölgelerinde binlerce “kuyu” (maden ocağı) açıldı.
Lületaşına ulaşabilmek için kalker çimentolu, çok sert arazilerde, sadece insan gücüyle, bazen 100 metreye yaklaşan dik kuyular kazıldı.
Lületaşı Maden Ocağında
İçinde lületaşı bulunan katmanlar ‘yolak’ lara ulaşılınca, taşın bulunuşuna göre her yönde galeriler açılarak taş çıkarıldı. Kandil veya karpit ışığında sürdürülen çalışmalar, eğer yer altı su seviyesinden daha aşağıda kalan derinliklerde yapılıyorsa, topraktan sızıp biriken suların da sürekli dışarı atılması gerekir.
Yeni İşler, Yeni Yerleşimler
Kuyu çıkrıkları dışında, teknik herhangi bir donanımın bulunmadığı lületaşı ocaklarındaki, bu kadar zorlu işler için, çoğu kent dışından getirilmiş 10000’ den fazla işçi çalıştırıldı. Lületaşı sahaları civarında kasaba boyutlarına varan barınma merkezleri oluştu. Yer altından kumlu balçıkla sıvalı halde çıkarılan taşların ihracata hazır hale getirilmesi işlemleri için, kent merkezinde onlarca işçi çalıştıran, çok sayıda perdah - cila, “saykal” atölyesi kuruldu. Önce suyla yıkanarak çamuru akıtılan taşların yüzeyi, ince, sivri uçlu “silkme” çekiçleri ve “tarha” adı verilen kısa, kalın satırlarla yontulup temizlenir, varsa kusurlu kısımlar, gereksiz çıkıntılar ayrılır, ardından taş yüzeyleri “kaba bıçağı” ile çok ince yontulup, bıçak sırtı ile kazınarak düzeltilir. “Islak aba” larla ovularak yüzeyi pürüzsüz; en ufak kusuru gösterecek hale getirilen taşlar, “tandır” larda ağır ağır kurutulur. Son olarak “mumlu aba” ile ovularak perdahlanan, kurumuş, hafiflemiş ham taşlar boylarına göre tasnif edilip, “tabut” adı verilen standart sandıklara yerleştirilir. Bu hazırlıkla yola çıkan on binlerce lületaşı; Eskişehir, İznik, İstanbul, Sofya, Belgrad, Budapeşte, Viyana güzergahında, yaklaşık 300 yıl işleyecek bir “Lületaşı Yolu” oluşturdu. Saykal atölyeleri, 1972 yılında tamamlanan yasal düzenlemelerle, ham lületaşının, ihracatı tümüyle yasaklanıncaya kadar varlıklarını sürdürdüler.
Günümüzde elektrik, basınçlı hava ve pompa donanımları kullanılarak çıkarılan lületaşları, çoğunlukla yerinde, sadece yüzeyleri temizlenerek, doğal nemini kaybetmeden Eskişehirli ustalara ulaştırılıyor.
Atatürk’ün tanışıp - yönlendirdiği Ali Osman Denizköpüğü çarşı içinde ilk defa bir atölye açarak, hem uluslararası fuar ve sergilerde Lületaşı-Eskişehir adlarının yan yana anılmasını, hem de bir çok yetenekli gencin başarılı birer lületaşı pipo ustası olarak yetişmesini sağladı. Lületaşı, pipo ve ağızlıkların dışında, takı olarak genellikle hanımlar tarafından işlendi. Saykal artıklarından “kemane” adı verilen basit el tornaları ile kapı önlerinde, komşu gezmelerinde çekilen her boyda boncuk, kolye veya tespih olarak satışa sunuldu. Ham lületaşı ihracatı, 1800’lü yıllarda Eskişehir için, altınla ölçülen en önemli kazanç kaynağıydı. Bir yüz yıl sonra bu defa pipo imalatı dolayısıyla Eskişehir altın yıllar yaşadı. Avrupa ve Amerika’nın en büyük pipo firmaları, Eskişehirli pipo üreticileriyle işbirliği yapabilmek için kıyasıya bir çekişme içine girdiler. Ancak; yüzyılın özellikle
son yirmi yılında, Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik ve politik olumsuzluklar, pipoculuğun hız kaybetmesine neden oldu.
Lületaşı kuyudan - kutuya bin emek gerektirir. Sacede emek yetmez, toprak altında güçlü sezgilerle, atölyede hep değişen çizgilerle, yıllarca yinelenecek tecrübe, daha önemlisi sabır ve heves gerektirir. Lületaşı, uysaldır kolay işlenir, ama fazladan bir bıçak dokunuşu bile, tüm işlemeyi boşa çıkarabilir. Ne eksik ne fazla, hayal ettiğini aynen taşa aktarabilen usta, ancak ustasıyla yetişir.
Takı Zerafeti
Lületaşının nihai ürün olarak işlenmesine saykal artıklarından boncuk çekilerek başlandı. Çoğunlukla hanımların, “kemane” veya “çıkrık” adı verilen basit el tornalarıyla kapı önünde komşu gezmelerinde çektikleri her boyda boncuk, kolye, broş veya tespih olarak satışa sunuldu.
Lületaşı dünyanın en mükemmel pipo malzemesi. Ama aynı nedenlerle dünyanın en nadide, en
kendine özgü sanat ve bezeme malzemesi... Avlanması, işlenmesi, ticareti tamamen yasaklanmış olan fildişinin yerini alabilecek tek doğal materyal...
Henüz inilememiş derinliklerde çok büyük bir rezerve sahip olan Eskişehir, bu zarif taşı karakterine uygun bir sanat ve kültür materyali olarak evrensel boyutlara taşımaya hazırlanıyor, lületaşı asıl şimdi başlıyor.
Sevgiye, Sanata,
Doğaya Saygı
Kaynak: T.C. ESKİŞEHİR VALİLİĞİ İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ